26 Ocak 2013 Cumartesi

Sahabe – i Kiram ‘ın (RadıyAllahu Anhüm) Örnek Ahlakı


Sahabe – i Kiram ‘ın (RadıyAllahu Anhüm) Örnek Ahlakı



Selamun Aleyküm Ve Rahmetullahi Ve Berakatühü

İslam Dininin en güzel yılları şüphesiz ki Asrı Saadet dönemidir. Onlar İslam’ın en değerlilerinden. Biz aciz kulların onların hayatını en iyi şekilde öğrenip sadece öğrenmekle kalmayıp onları kendimize örnek alıp hayatımıza bir düzen vermeliyiz. O değerli insanların güzel ahlakları ile kendi ahlakımızı oluşturup düzeltmemiz gerek. Müslümanım diyen bir insanın yapabileceği en güzel işlerden biride önce Peygamber Efendimiz (S.A.v) ‘i ve Sahabe Efendilerimizi kendine örnek almaktır.

O değerli insanları kendine örnek alan insan önce kendine daha sonra da çevresine çok büyük faydaları olur. En önemlisi ahiretini kurtarır…

Ele aldığımız bu özellikler sadece çok azı… Ufak başlıklar altında toplar isek bunları;

Ashab-ı Kiram’ın en büyük ve en başta gelen ahlakı, Kur’an-ı Kerim’e ve Peygamber Efendimiz (S.A.v)’e sıkı  sıkı bağlı olmalarıdır. Fıkhi ilimlerden kendilerine ve çevrelerindeki insanlara lazım olan bilgileri bilmedikçe, asla insanları irşad etmeye kalkmazlardı. Sadece kesin olarak bildikleri konularda konuşur. Bilmedikleri konuda konuşmazlardı.

Bir ahlakları da, çok affedici olmalarıdır. Kendilerine eziyet edenleri, iftira atanları, gıybet edenleri, mallarına ve haklarına tecavüz edenleri affederlerdi.  Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.v)’in ahlakı da böyle idi. Kendi nefsi için asla intikam almaz, sadece Allah için intikam alırdı.

Hz. Ali (r.a) savaş esnasında bir düşmanı yere yatırıp kılıcını boğazına dayayınca adam Hz. Ali’nin yüzüne tükürmüş, Hz. Ali (r.a)’de onu serbest bırakmıştı. Niçin serbest bıraktığı sorulunca da şöyle cevap vermişti;
“ ilk önce öldürseydim, Allah için öldürmüş olacaktım. Ama yüzüme tükürdükten sonra öldürseydim, kendi nefsim için öldürmüş olacaktım.”  Demiştir.

Böyle bir yüce ahlaka sahiptiler…

Onlar, ahiret amellerini daima dünya amellerinden üstün tutarlardı. Nerede olurlarsa olsunlar, Allah-u Zülcelal’in zikrini ve Peygamber Efendimiz (sav)’in üzerine salavat getirmeyi terk etmezlerdi. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur;


“Herhangi bir cemaat, bir yerde oturduğu zaman, Allah’ın zikrini yapmayıp, peygamberine salavat getirmezse, o meclis onların üzerine eziyettir ve kıyamet gününde de noksanlıktır.”

Diğer bir ahlakları da, bütün müslümanlara hayır duada bulunmalarıydı. Sürekli olarak Allah-u Zülcelal’in hizmetini yaparlar, bütün insanları bir tutarlardı. Hz. Ebu Bekir (r.a) buyurmuştur ki;


“Hiçbir müslüman diğer bir müslümana hakaret etmesin. Çünkü onlardan ufak (fakir) olanlar, Allah’ın yanında büyüktürler”



Onların bir diğer ahlakı ise, ilim ve amellerinde son derece ihlaslı olmalarıdır. Ashab-ı Kiram  amellerine riya girmesinden çok korkarlardı. Niyet onlar için çok önemliydi.

Onlar bir ayeti hayatlarına uygulamadıkça bir diğer ayeti ezberlemezlerdi. Öğrendikleri yeni ayetleri ve hadisleri her zaman öncelikle hayatlarına uygularlardı.

Bir başka güzel ahlakları da; küçüklere, büyüklere yani bütün insanlara karşı çok edepli olmalarıdır. Edebin aslı, kendisini kusurlu ve eksik görüp, başkalarını kendinden üstün görmektir.

Onlar, yaz-kış gece namazını hiç terk etmezlerdi. Allah-u Zülcelal’in zikrinin üzerinde son derece gayretliydiler. İlim öğrendikleri hocalarına karşı son derece saygılı ve edepliydiler.

Diğer bir ahlakları da, Allah-u Zülcelal’in haram kılmış olduğu işler yapıldığında Allah için kızmaktır. Onlar, yalnız Allah için sever ve Allah için kızarlardı.


Diğer bir ahlakları da, daima kabirleri ziyaret etmeleridir. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.v) bir hadis-i şeriflerinde;


“Kabirleri ziyaret edin. Onlar ahireti hatırınıza getirirler” buyurmuştur.

Diğer bir ahlakları da, yapmış oldukları ibadetlerde kendilerini kusurlu görüp, Allah-u Zülcelal’in taat ve ibadetini layıkı ile yerine getiremediklerini zannetmeleriydi. Onun için ibadet sırasında kalb huzuruna çok önem verirlerdi.

Bir ahlakları da; günah işleyen kimselere, şefkat ve merhametle muamele edip, bu günahlarından tövbe edip Allah-u Zülcelal’e dönmeleri için çok çaba göstermeleriydi. Nitekim Hz. Ebu Bekir (r.a) şöyle buyurmuştur;


“Ya Rabbi! Benim vücudumu öyle büyüt ki bütün cehennemi kaplasın, orada hiçbir Mümine yer kalmasın”

Onlar, Allah-u Zülcelal’e ve Peygamber Efendimiz (sav)’e aşık oldukları için, Allah’ın kullarına ve Peygamber Efendimiz (S.A.v)’in ümmetine karşı böyle şefkat ve merhamet sahibiydiler.


Diğer bir ahlakları da; Allah-u Zülcelal kalblerinde bulunan dünya sevgisi ve keyfi sefa yapma arzusunu aldığı zaman büyük bir ferahlık duymalarıydı.

Bir ahlakları da; diğer insanlara karşı kibir ve ucubtan kaçınmalarıydı. Arkadaşlarının cenazelerinde bulunurlar, hastalarını ziyaret ederlerdi.



Onların bir ahlakı da; Allah-u Zülcelal’in affına güvenip ibadeti terk ederek mağrur olmamalarıydı. Daima Allah-u Zülcelal’in taat ve ibadetine sımsıkı sarılıp sonra Allah-u Zülcelal’in af ve mağfiretine talip olurlardı.

Diğer bir ahlakları da; Allah-u Zülcelal’in takvasında bulunur ama hiçbir zaman bu hallerini açığa vurmazlardı. Ömer bin Abdülaziz (r.a) şöyle demiştir;


“Bir kişi takva olduğunu nasıl söyleyebilir? Kalbindekini nasıl dışa vurabilir?” Ebu Derda (ra)’de şöyle demiştir;


“Allah’ın takvası kale gibidir. Hem dünyada hem de ahirette insanı cefa ve azabtan muhafaza eder.”


Onlar, daima müslümanların ayıplarını, hata ve kusurlarını örterlerdi.

Onların bir ahlakı da; başkalarının kusurlarını bırakıp, kendi kusurları ile meşgul olmalarıdır. Mümin olan kişi, iki torbadan birisini önüne, diğerini arkasına asmalıdır.

Önde olan torbaya kendi kusurlarını, arkada olan torbaya da Mümin kardeşlerinin kusurlarını koymalıdır. Böylelikle daima kendi kusurlarını görüp onlarla meşgul olur ve bu kusurlarını düzeltebilmenin çarelerini arayabilir.

Aksi halde daima başkalarının kusurlarıyla meşgul olan kişi, kendi kusurlarını göremez. Bu hal ise o kişiyi helaka kadar götürür.

Hz. Ömer (ra)’de demiştir ki;


“ Allah’ın rahmeti, bana ayıplarımı söyleyenin üzerine olsun” İnsanın daima kendi kusurlarını görmesi, hem kendisi için hem de diğer Mümin kardeşleri için, dünya ve ahirette en selametli yoldur. Çünkü kendi nefsinin kusurları ile meşgul olan kişi, başkalarını rahatsız etmez. Böylelikle hem dünya hem de ahiret insanlar için cennet olur.

Bir ahlakları da; insanlar kendilerine düşmanlık yapsalar dahi, hiç kimseye düşmanlık etmeyip, o kötülüğe iyilikle karşılık vermeleridir.

Onlar, Allah-u Zülcelal’in yanında yükseldikçe, daha fazla tevazu sahibi olurlardı.



İnsan, Allah-u Zülcelal’e taat ve ibadetle ne kadar yaklaşırsa, Allah-u Zülcelal’den daha fazla korkar. Ashab-ı Kiram bu ahlaklarını, kudret ve azamet sahibi olan Allah-u Zülcelal’den korkarak, O’nun emir ve nehiylerini yerine getirip, Peygamber Efendimiz (S.A.v)’in büyük bir rehber olan ahlakını hayatlarına tatbik etmek suretiyle kazanmışlardır.

Her kim de onlara denizden bir damla da olsa mutabaat ederse, onlara benzeyecektir .


inşaAllah.

Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede;


“ Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıranların varacağı yer, muhakkak ki cennettir.” (Naziat; 40-41) buyurmuştur.


Bazı Sahabe Efendilerimizden Güzel Ahlak Örnekleri Verelim ;


Mus’ab’ın ve Abdullah ibn Mes’ud’un Güzel Ahlâkları

Mus’ab b. Umeyr müslüman olduğu günden Uhud’da şehid edildiği güne kadar benim dostumdu. Habeşistan’a yaptığımız iki hicrette de bizimle beraberdi. Kafile içinde benim yol arkadaşımdı. Ahlâk bakımından ondan daha güzel ve uysal bir kimse görmedim.[İbn Sa’d] Hz. Ali’nin yanında oturuyorduk. Abdullah b. Mes’ud’un bazı sözlerini hatırladı. Kavim onu övdü ve Hz. Ali’ye: "Ey Mü’minlerin emîri! Ahlâk bakımından ondan daha güzel bir kimseyi görmedik. Öğretmek bakımından da çok şefkatliydi. Yanında oturmak bakımından en güzeliydi. Abdullah b. Mes’ud’dan daha muttakî, vera sahibi kimse görmedik" dediler. Bunun üzerine Hz. Ali: "Ben size Allah ile yemin verdiriyorum, siz o sözleri kalbinizden gelerek mi söylüyorsunuz? Doğru mu söylüyorsunuz?" dedi. Onlar: "Evet" dediler. Hz. Ali "Ey Allah’ım! Seni şahid kılıyorum. Ey Allah’ım! Ben de, onun hakkında bunların söylediklerinin mislini söylüyorum. Hatta daha üstününü!" dedi. Hz. Ali şöyle demiştir: "O, Kur’anı okudu. Helalini helal, haramını haram bildi. Dinde fakih, sünnette âlimdi".

Hz. Ebubekir’in tevazusu


Biz mahallenin genç kızları, koyunlarımızı Hz. Ebubekir’e getirirdik; Hz. Ebubekir, bize "Size İbn Afra’nın sağdığı gibi, sağmamı ister misiniz?" derdi.


Hz. Ebubekir ticaretle iştigal eden bir zattı. Her gün pazara gider, alış veriş yapardı. Kendisinin bir sürü koyunu vardı. Bu koyunlar akşamları ona getirilirdi. Bazen de kendisi çıkarak koyunları güderdi. Bazen de bu işi başkası yapardı. Kendisi başkalarının koyunlarını da sağıyordu.


Halife olduğu zaman o mahalleden bir genç kız: "Artık bizim koyunlarımızı hayvanlarımızı sağmazsın" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebubekir cevap olarak: "Hayır, hayatımla yemin ederim, onları sizin için sağacağım ve umarım ki, yüklenmiş olduğum vazife daha önceki iyi ahlâklarımı değiştirmeyecektir" dedi. Eskisi gibi mahallenin koyunlarını sağmaya devam etti. Hatta bazen: "Kızım, nasıl sağmamı istersin? Köpüklü mü sağayım, köpüksüz mü?" diye sorar, kız da "nasıl istediğini ona söylerdi. Hz. Ebubekir de istenilen şekilde sağardı.



Hz. Ömer’in güzel ahlâkı

Amcam Hidaş, Allah Resulü’nden, içinde yemek yediği çanağı istedi. Bu çanak bizim yanımızdaydı. Hz. Ömer halife iken zaman zaman gelir, bu çanağı çıkarmamızı isterdi. Biz de onu çıkarırdık. Onu Zemzem suyu ile doldurur, başına ve yüzüne döker, giderdi. Sonra evimize bir hırsız girdi. Bazı eşyalarımızla beraber o çanağı da çalıp götürdü. Çanak çalındıktan sonra Hz. Ömer bize geldi. Çanağın çıkartılmasını istedi. "Ey Mü’minlerin Emîri! O çanak bizim diğer eşyalarımızla birlikte çalınmıştır" dedik. Hz. Ömer: "Biz, Ömer’in kızıp, hırsıza veryansın edeceğini beklerken, O sadece ’Hayret! Hz. Peygamber’in çanağını bile çalmış’ dedi.



Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedir, Medine’ye geldi. Yeğeni Hurr b. Kays’ın evinde konakladı. Hurr, Hz. Ömer’in meclisine yaklaştırdığı kişilerdendi. Zira kurra, Hz. Ömer’in meclisinin müdavimleriydi. İster genç, isterse ihtiyar olsunlar onun istişaresine mazhar olurlardı. Uyeyne, yeğenine: "Ey yeğenim! Şu emrin yanında senin sözün geçer. Bana huzuruna girmek için izin ister misin?" dedi. Bunun üzerine Hurr, Hz. Ömer’den izin istedi.



Amcası Hz. Ömer’in huzuruna girdiğinde: "Ey Hattab’ın oğlu! Allah’a yemin ederim, bize değer vermiyorsun. Aramızda adalet yapmıyorsun" dedi. Bu sözler üzerine Hz. Ömer öfkelendi. Hatta onu dövmek istedi. Hurr: "Ey Mü’minlerin Emri, Allah Teâlâ, Peygamberi’ne ’Bağışlayıcı ol. Marufu emret ve cahillerden yüz çevir’ (A’raf: 7/199) buyuruyor. Bu amcam da cahillerdendir!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer hemen sakinleşti; çünkü Hz. Ömer, Allah’ın kitabına karşı çok hassas ve hürmetkârdı. [Buhari]



Ömer’in hiçbir zaman öfkelenip de, Allah’ın zikri kendine hatırlatıldığında veya Allah’ın azabından söz edildiğinde, derhal yapmak istediğinden vazgeçmediğini görmedim.



Bilal-i Habeşî, bana: "Ey Eslem! Siz Hz. Ömer’i nasıl görüyordunuz?" dedi. Ben de: "Hz. Ömer çok hayırlı bir insandı. Fakat kızdığında, bir tuhaf olurdu" dedim. Bilal


"Öfkelendiğinde onun yanında Kur’an’dan bir ayet okunsa, öfkesi hemen giderdi" dedi.


Hz. Ömer bir gün bana bağırdı ve kamçısıyla vurmak istedi. Fakat ben ona: "Sana Allah’ı hatırlatıyorum" dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer kamçıyı attı. "Sen bana büyük bir şeyi hatırlattın" dedi.

Rabbim onların güzel Ahlakı ile ahlaklanmamızı nasip etsin inşaAllah.

Selametle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder