Sahabe – i Kiram ‘ın (RadıyAllahu Anhüm) Örnek Ahlakı
Selamun Aleyküm Ve Rahmetullahi Ve Berakatühü
İslam Dininin en güzel yılları şüphesiz ki Asrı Saadet
dönemidir. Onlar İslam’ın en değerlilerinden. Biz aciz kulların onların
hayatını en iyi şekilde öğrenip sadece öğrenmekle kalmayıp onları kendimize
örnek alıp hayatımıza bir düzen vermeliyiz. O değerli insanların güzel
ahlakları ile kendi ahlakımızı oluşturup düzeltmemiz gerek. Müslümanım diyen
bir insanın yapabileceği en güzel işlerden biride önce Peygamber Efendimiz
(S.A.v) ‘i ve Sahabe Efendilerimizi kendine örnek almaktır.
O değerli insanları kendine örnek alan insan önce kendine
daha sonra da çevresine çok büyük faydaları olur. En önemlisi ahiretini
kurtarır…
Ele aldığımız bu özellikler sadece çok azı… Ufak başlıklar
altında toplar isek bunları;
Ashab-ı Kiram’ın en büyük ve en başta gelen ahlakı, Kur’an-ı
Kerim’e ve Peygamber Efendimiz (S.A.v)’e sıkı
sıkı bağlı olmalarıdır. Fıkhi ilimlerden kendilerine ve çevrelerindeki
insanlara lazım olan bilgileri bilmedikçe, asla insanları irşad etmeye kalkmazlardı.
Sadece kesin olarak bildikleri konularda konuşur. Bilmedikleri konuda
konuşmazlardı.
Bir ahlakları da, çok affedici olmalarıdır. Kendilerine
eziyet edenleri, iftira atanları, gıybet edenleri, mallarına ve haklarına
tecavüz edenleri affederlerdi. Çünkü
Peygamber Efendimiz (S.A.v)’in ahlakı da böyle idi. Kendi nefsi için asla
intikam almaz, sadece Allah için intikam alırdı.
Hz. Ali (r.a) savaş esnasında bir düşmanı yere yatırıp
kılıcını boğazına dayayınca adam Hz. Ali’nin yüzüne tükürmüş, Hz. Ali (r.a)’de
onu serbest bırakmıştı. Niçin serbest bıraktığı sorulunca da şöyle cevap
vermişti;
“ ilk önce öldürseydim, Allah için öldürmüş olacaktım. Ama
yüzüme tükürdükten sonra öldürseydim, kendi nefsim için öldürmüş
olacaktım.” Demiştir.
Böyle bir yüce ahlaka sahiptiler…
Onlar, ahiret amellerini daima dünya amellerinden üstün
tutarlardı. Nerede olurlarsa olsunlar, Allah-u Zülcelal’in zikrini ve Peygamber
Efendimiz (sav)’in üzerine salavat getirmeyi terk etmezlerdi. Nitekim Peygamber
Efendimiz (sav) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur;
“Herhangi bir cemaat, bir yerde oturduğu zaman, Allah’ın
zikrini yapmayıp, peygamberine salavat getirmezse, o meclis onların üzerine
eziyettir ve kıyamet gününde de noksanlıktır.”
Diğer bir ahlakları da, bütün müslümanlara hayır duada
bulunmalarıydı. Sürekli olarak Allah-u Zülcelal’in hizmetini yaparlar, bütün
insanları bir tutarlardı. Hz. Ebu Bekir (r.a) buyurmuştur ki;
“Hiçbir müslüman diğer bir müslümana hakaret etmesin. Çünkü
onlardan ufak (fakir) olanlar, Allah’ın yanında büyüktürler”
Onların bir diğer ahlakı ise, ilim ve amellerinde son derece
ihlaslı olmalarıdır. Ashab-ı Kiram
amellerine riya girmesinden çok korkarlardı. Niyet onlar için çok
önemliydi.
Onlar bir ayeti hayatlarına uygulamadıkça bir diğer ayeti
ezberlemezlerdi. Öğrendikleri yeni ayetleri ve hadisleri her zaman öncelikle
hayatlarına uygularlardı.
Bir başka güzel ahlakları da; küçüklere, büyüklere yani
bütün insanlara karşı çok edepli olmalarıdır. Edebin aslı, kendisini kusurlu ve
eksik görüp, başkalarını kendinden üstün görmektir.
Onlar, yaz-kış gece namazını hiç terk etmezlerdi. Allah-u
Zülcelal’in zikrinin üzerinde son derece gayretliydiler. İlim öğrendikleri
hocalarına karşı son derece saygılı ve edepliydiler.
Diğer bir ahlakları da, Allah-u Zülcelal’in haram kılmış
olduğu işler yapıldığında Allah için kızmaktır. Onlar, yalnız Allah için sever
ve Allah için kızarlardı.
Diğer bir ahlakları da, daima kabirleri ziyaret etmeleridir.
Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.v) bir hadis-i şeriflerinde;
“Kabirleri ziyaret edin. Onlar ahireti hatırınıza
getirirler” buyurmuştur.
Diğer bir ahlakları da, yapmış oldukları ibadetlerde
kendilerini kusurlu görüp, Allah-u Zülcelal’in taat ve ibadetini layıkı ile
yerine getiremediklerini zannetmeleriydi. Onun için ibadet sırasında kalb
huzuruna çok önem verirlerdi.
Bir ahlakları da; günah işleyen kimselere, şefkat ve
merhametle muamele edip, bu günahlarından tövbe edip Allah-u Zülcelal’e
dönmeleri için çok çaba göstermeleriydi. Nitekim Hz. Ebu Bekir (r.a) şöyle
buyurmuştur;
“Ya Rabbi! Benim vücudumu öyle büyüt ki bütün cehennemi
kaplasın, orada hiçbir Mümine yer kalmasın”
Onlar, Allah-u Zülcelal’e ve Peygamber Efendimiz (sav)’e
aşık oldukları için, Allah’ın kullarına ve Peygamber Efendimiz (S.A.v)’in
ümmetine karşı böyle şefkat ve merhamet sahibiydiler.
Diğer bir ahlakları da; Allah-u Zülcelal kalblerinde bulunan
dünya sevgisi ve keyfi sefa yapma arzusunu aldığı zaman büyük bir ferahlık
duymalarıydı.
Bir ahlakları da; diğer insanlara karşı kibir ve ucubtan
kaçınmalarıydı. Arkadaşlarının cenazelerinde bulunurlar, hastalarını ziyaret
ederlerdi.
Onların bir ahlakı da; Allah-u Zülcelal’in affına güvenip
ibadeti terk ederek mağrur olmamalarıydı. Daima Allah-u Zülcelal’in taat ve
ibadetine sımsıkı sarılıp sonra Allah-u Zülcelal’in af ve mağfiretine talip
olurlardı.
Diğer bir ahlakları da; Allah-u Zülcelal’in takvasında
bulunur ama hiçbir zaman bu hallerini açığa vurmazlardı. Ömer bin Abdülaziz
(r.a) şöyle demiştir;
“Bir kişi takva olduğunu nasıl söyleyebilir? Kalbindekini
nasıl dışa vurabilir?” Ebu Derda (ra)’de şöyle demiştir;
“Allah’ın takvası kale gibidir. Hem dünyada hem de ahirette
insanı cefa ve azabtan muhafaza eder.”
Onlar, daima müslümanların ayıplarını, hata ve kusurlarını
örterlerdi.
Onların bir ahlakı da; başkalarının kusurlarını bırakıp, kendi
kusurları ile meşgul olmalarıdır. Mümin olan kişi, iki torbadan birisini önüne,
diğerini arkasına asmalıdır.
Önde olan torbaya kendi kusurlarını, arkada olan torbaya da
Mümin kardeşlerinin kusurlarını koymalıdır. Böylelikle daima kendi kusurlarını
görüp onlarla meşgul olur ve bu kusurlarını düzeltebilmenin çarelerini
arayabilir.
Aksi halde daima başkalarının kusurlarıyla meşgul olan kişi,
kendi kusurlarını göremez. Bu hal ise o kişiyi helaka kadar götürür.
Hz. Ömer (ra)’de demiştir ki;
“ Allah’ın rahmeti, bana ayıplarımı söyleyenin üzerine
olsun” İnsanın daima kendi kusurlarını görmesi, hem kendisi için hem de diğer
Mümin kardeşleri için, dünya ve ahirette en selametli yoldur. Çünkü kendi
nefsinin kusurları ile meşgul olan kişi, başkalarını rahatsız etmez. Böylelikle
hem dünya hem de ahiret insanlar için cennet olur.
Bir ahlakları da; insanlar kendilerine düşmanlık yapsalar
dahi, hiç kimseye düşmanlık etmeyip, o kötülüğe iyilikle karşılık vermeleridir.
Onlar, Allah-u Zülcelal’in yanında yükseldikçe, daha fazla
tevazu sahibi olurlardı.
İnsan, Allah-u Zülcelal’e taat ve ibadetle ne kadar
yaklaşırsa, Allah-u Zülcelal’den daha fazla korkar. Ashab-ı Kiram bu
ahlaklarını, kudret ve azamet sahibi olan Allah-u Zülcelal’den korkarak, O’nun
emir ve nehiylerini yerine getirip, Peygamber Efendimiz (S.A.v)’in büyük bir
rehber olan ahlakını hayatlarına tatbik etmek suretiyle kazanmışlardır.
Her kim de onlara denizden bir damla da olsa mutabaat
ederse, onlara benzeyecektir .
inşaAllah.
Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede;
“ Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan
uzaklaştıranların varacağı yer, muhakkak ki cennettir.” (Naziat; 40-41)
buyurmuştur.
Bazı Sahabe Efendilerimizden Güzel Ahlak Örnekleri Verelim ;
Mus’ab’ın ve Abdullah ibn Mes’ud’un Güzel Ahlâkları
Mus’ab b. Umeyr müslüman olduğu günden Uhud’da şehid
edildiği güne kadar benim dostumdu. Habeşistan’a yaptığımız iki hicrette de
bizimle beraberdi. Kafile içinde benim yol arkadaşımdı. Ahlâk bakımından ondan
daha güzel ve uysal bir kimse görmedim.[İbn Sa’d] Hz. Ali’nin yanında
oturuyorduk. Abdullah b. Mes’ud’un bazı sözlerini hatırladı. Kavim onu övdü ve
Hz. Ali’ye: "Ey Mü’minlerin emîri! Ahlâk bakımından ondan daha güzel bir
kimseyi görmedik. Öğretmek bakımından da çok şefkatliydi. Yanında oturmak bakımından
en güzeliydi. Abdullah b. Mes’ud’dan daha muttakî, vera sahibi kimse
görmedik" dediler. Bunun üzerine Hz. Ali: "Ben size Allah ile yemin
verdiriyorum, siz o sözleri kalbinizden gelerek mi söylüyorsunuz? Doğru mu
söylüyorsunuz?" dedi. Onlar: "Evet" dediler. Hz. Ali "Ey
Allah’ım! Seni şahid kılıyorum. Ey Allah’ım! Ben de, onun hakkında bunların
söylediklerinin mislini söylüyorum. Hatta daha üstününü!" dedi. Hz. Ali
şöyle demiştir: "O, Kur’anı okudu. Helalini helal, haramını haram bildi.
Dinde fakih, sünnette âlimdi".
Hz. Ebubekir’in tevazusu
Biz mahallenin genç kızları, koyunlarımızı Hz. Ebubekir’e
getirirdik; Hz. Ebubekir, bize "Size İbn Afra’nın sağdığı gibi, sağmamı
ister misiniz?" derdi.
Hz. Ebubekir ticaretle iştigal eden bir zattı. Her gün
pazara gider, alış veriş yapardı. Kendisinin bir sürü koyunu vardı. Bu koyunlar
akşamları ona getirilirdi. Bazen de kendisi çıkarak koyunları güderdi. Bazen de
bu işi başkası yapardı. Kendisi başkalarının koyunlarını da sağıyordu.
Halife olduğu zaman o mahalleden bir genç kız: "Artık
bizim koyunlarımızı hayvanlarımızı sağmazsın" dedi. Bunun üzerine Hz.
Ebubekir cevap olarak: "Hayır, hayatımla yemin ederim, onları sizin için
sağacağım ve umarım ki, yüklenmiş olduğum vazife daha önceki iyi ahlâklarımı
değiştirmeyecektir" dedi. Eskisi gibi mahallenin koyunlarını sağmaya devam
etti. Hatta bazen: "Kızım, nasıl sağmamı istersin? Köpüklü mü sağayım,
köpüksüz mü?" diye sorar, kız da "nasıl istediğini ona söylerdi. Hz.
Ebubekir de istenilen şekilde sağardı.
Hz. Ömer’in güzel ahlâkı
Amcam Hidaş, Allah Resulü’nden, içinde yemek yediği çanağı
istedi. Bu çanak bizim yanımızdaydı. Hz. Ömer halife iken zaman zaman gelir, bu
çanağı çıkarmamızı isterdi. Biz de onu çıkarırdık. Onu Zemzem suyu ile
doldurur, başına ve yüzüne döker, giderdi. Sonra evimize bir hırsız girdi. Bazı
eşyalarımızla beraber o çanağı da çalıp götürdü. Çanak çalındıktan sonra Hz.
Ömer bize geldi. Çanağın çıkartılmasını istedi. "Ey Mü’minlerin Emîri! O
çanak bizim diğer eşyalarımızla birlikte çalınmıştır" dedik. Hz. Ömer:
"Biz, Ömer’in kızıp, hırsıza veryansın edeceğini beklerken, O sadece
’Hayret! Hz. Peygamber’in çanağını bile çalmış’ dedi.
Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe b. Bedir, Medine’ye geldi. Yeğeni
Hurr b. Kays’ın evinde konakladı. Hurr, Hz. Ömer’in meclisine yaklaştırdığı
kişilerdendi. Zira kurra, Hz. Ömer’in meclisinin müdavimleriydi. İster genç,
isterse ihtiyar olsunlar onun istişaresine mazhar olurlardı. Uyeyne, yeğenine:
"Ey yeğenim! Şu emrin yanında senin sözün geçer. Bana huzuruna girmek için
izin ister misin?" dedi. Bunun üzerine Hurr, Hz. Ömer’den izin istedi.
Amcası Hz. Ömer’in huzuruna girdiğinde: "Ey Hattab’ın
oğlu! Allah’a yemin ederim, bize değer vermiyorsun. Aramızda adalet
yapmıyorsun" dedi. Bu sözler üzerine Hz. Ömer öfkelendi. Hatta onu dövmek
istedi. Hurr: "Ey Mü’minlerin Emri, Allah Teâlâ, Peygamberi’ne
’Bağışlayıcı ol. Marufu emret ve cahillerden yüz çevir’ (A’raf: 7/199)
buyuruyor. Bu amcam da cahillerdendir!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer hemen
sakinleşti; çünkü Hz. Ömer, Allah’ın kitabına karşı çok hassas ve hürmetkârdı.
[Buhari]
Ömer’in hiçbir zaman öfkelenip de, Allah’ın zikri kendine
hatırlatıldığında veya Allah’ın azabından söz edildiğinde, derhal yapmak
istediğinden vazgeçmediğini görmedim.
Bilal-i Habeşî, bana: "Ey Eslem! Siz Hz. Ömer’i nasıl
görüyordunuz?" dedi. Ben de: "Hz. Ömer çok hayırlı bir insandı. Fakat
kızdığında, bir tuhaf olurdu" dedim. Bilal
"Öfkelendiğinde onun yanında Kur’an’dan bir ayet
okunsa, öfkesi hemen giderdi" dedi.
Hz. Ömer bir gün bana bağırdı ve kamçısıyla vurmak istedi.
Fakat ben ona: "Sana Allah’ı hatırlatıyorum" dedim. Bunun üzerine Hz.
Ömer kamçıyı attı. "Sen bana büyük bir şeyi hatırlattın" dedi.
Rabbim onların güzel Ahlakı ile ahlaklanmamızı nasip etsin
inşaAllah.
Selametle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder